28 Ocak 2008 Pazartesi

Prof. Yayla, Atatürk'ten "bu adam" diye söz ettiği gerekçesiyle 15 ay hapis cezası aldı

AK Parti İzmir İl Gençlik Teşkilatı'nca düzenlenen panelde, "Kemalizm ilerlemeden çok gerilemeye tekabül eder" ve "İleride artık bizlere 'neden her yerde aynı adamın (Atatürk) heykelleri, fotoğrafları var?' diye soracaklar" sözleri nedeniyle Atatürk'e hakaret etmekle suçlanan Yayla'ya verilen cezalar bitmedi. Bir yıl 3 ay hapse mahkum edilen Yayla'nın cezası 2 yıl ertelendi. Yayla, bu süre içinde benzer açıklamalar yaparsa cezasını katlamalı çekecek. Yeni infaz kanunu ile kurulan Denetim Serbestlik Şube Müdürlüğü'nün görevlendereceği bir memur, Yayla'la periyodik olarak görüşüp 'psikolojik destek' verecek. İngiltere'de bulunan Yayla, Denetimli Serbestlik Yasası kapsamında bir uzman tarafından iki yıl denetim altında tutulacak olmasına, "O zaman hükümetin buraya iki kişi göndermesi gerekiyor. Biri rapor tutacak, biri de beni rehabilite edecek" diye tepki gösterdi.

İYİ HAL İNDİRİMİ
Konuşmasında, Atatürk'ten "bu adam" diye bahsettiği gerekçesiyle Yayla hakkında Atatürk'e hakaret etmekten dava açılmış, Gazi Üniversitesi'nde verdiği derslerden de el çektirilerek soruşturma başlatılmıştı. Bu soruşturmada Yayla'nın derslerine devam etmesi kararı çıktı, ancak sözleri nedeniyle, kınama cezasına çarptırıldı. İzmir 8. Asliye Ceza Mahkemesi'ndeki duruşmada ise, "Fikirleri çürütülene kadar savunmaya devam edeceğim" diyen Yayla, önce, Atatürk'ün hatırasına alenen hakaret etmek suçundan bir yıl hapis cezasına çarptırıldı. Mahkeme, suçun kamuya açık yerde işlenmesi nedeniyle cezayı yarı oranında artırarak bir yıl 6 aya çıkardı. İyi hali nedeniyle cezada indirim yapıldı ve bir yıl 3 ay hapse indirildi.

Bakkala giderken 38 bıçak darbesiyle öldürülen ilköğretim öğrencisi Yusuf Sevim’in (9) katil zanlısının, komşularının kızı Ş.Z. olduğu ortaya çıktı

Yusuf Sevim 38 bıçak darbesiyle öldürülmüş olarak bulundu.

Mersin'de geçtiğimiz pazartesi bakkala giderken 38 bıçak darbesiyle öldürülen ilköğretim öğrencisi Yusuf Sevim'in (9) katil zanlısının, komşularının kızı Ş.Z. (11) olduğu ortaya çıktı.

Karacailyas beldesinde meydana gelen olayda dede Mustafa Sevim, torunu Yusuf Sevim'e 20 YTL vererek sigara alması için bakkala gönderdi. Geri dönmeyen Yusuf'un cesedi 200 metre uzaklıktaki portakal bahçesinde bulundu. Yusuf'un başına sert bir cisimle vurularak 38 bıçak darbesiyle öldürüldüğü saptandı. Cesedin yanında ise dedesine aldığı sigara bulunurken üzerinde sadece 2 YTL çıktı. Olayı soruşturan polis Yusuf'un katil zanlısının komşularının kızı Ş.Z. olduğunu saptadı. Gözaltına alınan ilköğretim öğrencisi Ş.Z.'nin üzerinde Yusuf'a ait iki adet 5 YTL'lik banknot ele geçirildi. Ş.Z. psikolojik tedavi için Çocuk Esirgeme Kurumu'na teslim edildi. Ş.Z.'nin Yusuf'u aralarında geçen tartışma sonucu öldürdüğünü söylediği kaydedildi.

Yüksek Öğretim Kurulu Başkanı Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan, yaklaşan rektörlük seçimleriyle ilgili rektörlere bir yazı gönderdi

YÖK Başkanı Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan, yaklaşan rektörlük seçimleriyle ilgili üniversite rektörlerine gönderdiği yazıda, "Hiçbir öğretim üyesine kurulumuz başkanlığınca olumlu ya da olumsuz telkinde bulunulması söz konusu olamaz" dedi.

Üniversiteler, yaklaşan rektörlük seçimleriyle hareketli günler yaşarken YÖK Başkanı, gönderdiği resmi yazıda, YÖK'ün adaylar arasında olumlu ya da olumsuz telkinde bulunmayacağını bildirdi. YÖK Başkanı Özcan imzalı yazıda şöyle denildi: "Üniversitelerimizde yapılacak olan rektörlük seçimlerinde hiçbir öğretim üyesine kurulumuz başkanlığınca rektör adaylığı konusunda olumlu ya da olumsuz bir telkinde bulunulması söz konusu olmadı. Bu doğrultuda açıklamalarda bulunan öğretim üyelerine kesinlikle itibar edilmemeli. Bu durumun üniversitemiz tüm öğretim üyelerine duyurulmasını önemle rica ederim."

Pakistan'da aşırı dinci militanlar, bir okulu basarak öğrencileri rehin aldı

Bazı kaynakalara göre 30, diğer bazı kaynakalara göre ise 250 öğrenci rehin.

İçişleri Bakanı Hamid Navaz, kuzeybatıdaki Karak bölgesinde sağlık sektöründe çalışan bir kişiyi kaçırmaya kalkışan 7 kişilik militan grubunun, polisten kaçarken bir okula sığındığını ve okuldaki çocukları rehin aldığını bildirdi.
Bakan, militanların, "serbestçe çekip gitmelerine izin verilmesini istediklerini" belirtti.

Bazı kaynaklar, militanların elindeki rehine sayısını 200-250 olarak verirken, bazı kaynaklar 30 kadar öğrenciden söz ediyor.

Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik, bu yıl konsolide bütçeden yatırıma ayrılan payın 1,3 milyar YTL olduğunu kaydetti

Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik, bu yıl konsolide bütçeden yatırıma ayrılan payın 1,3 milyar YTL olduğunu kaydederek, “Fakat biz tüm imkanlarımızı kullanarak asgari 3 milyar dolarlık yatırım yapacağız. Kaynak neresidir derseniz Türkiye derim” dedi. Çelik, sivil toplum örgütleri, özel sektör ve kamu kaynaklarını eğitim için seferber etmek zorunda olduklarının altını çizdi.

Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik, bu yıl konsolide bütçeden yatırıma ayrılan payın 1,3 milyar YTL olduğunu kaydederek, “Fakat biz tüm imkanlarımızı kullanarak asgari 3 milyar dolarlık yatırım yapacağız. Kaynak neresidir derseniz Türkiye derim” dedi. Çelik, sivil toplum örgütleri, özel sektör ve kamu kaynaklarını eğitim için seferber etmek zorunda olduklarının altını çizdi.
Türk Eğitim Derneği'nin (TED) 80. kuruluş yıldönümü nedeniyle TED İncek Kampusunda düzenlediği “80. Yıl Uluslararası Eğitim Forumu: Eğitim Hakkı ve Gelecek Perspektifi” başladı.

-HER YAZ 135 BİN ÖĞRENCİ BAŞKA İLLERDE MİSAFİR EDİLECEK-

TBMM Başkanı Köksal Toptan Forum'da yaptığı konuşmada yaşadığımız çağın eğitim ve bilim çağı olduğunu söyleyerek, eğitimin önemine dikkat çekti. Eğitimin ülkeleri yakınlaştırıcı ve barışı sağlayıcı etkisinin de olduğunu ifade eden Toptan, “İnsanlar eğitim için dünyanın diğer bir ucuna gidiyor. buruda bulunanlara kendi kültüründen bir şeyler götürüyor. Ayrıca orada öğrendiklerini ülkesine döndüğünde kendi toplumuna aktarıyor. Bu kardeşliği barışı sağlıyor” dedi. Toptan, Milli Eğitim Bakanı Çelik'in kendisine bu konu ile ilgili yeni projelerinden bahsettiğini anlattı. MEB'in projesine göre her yıl yaz aylarında Türkiye'nin doğu illerinden 100 bin öğrencinin batıda bulunan illerde 2 aylığına misafir edileceğini bu sayede Türkiye içerisindeki dostluk havasının pekiştirileceğini bildirdi. Toptan batı illerinde bulunan 35 bin öğrencinin de yurtların imkanı doğrultusunda misafir edileceğini kaydetti.

-TBMM BAŞKANI TOPTAN ALKIŞLANDI-

Toptan, eğitim konusunda önemli adımlar atıldığını ve en fazla bütçenin de eğiteme ayrıldığını kaydederken, bütçenin daha da artırılmasının şart olduğunu söyledi. Toptan, eğitimde kalitenin de artırılması gerektiğini vurgularken, 8 yıllık olan zorunlu eğitimin de en kısa sürede 12 yıla çıkarılmasının şart olduğunu söyledi. Toptan'ın bu sözü katılımcılar tarafından alkış aldı.

-EĞİTİMİN ÜÇ BÜYÜK SORUNU

Forumunu açılışında konuşan Milli Eğitim Bakanı Çelik, Kurtuluş Savaşı sırasında İstiklal mücadelesi verildiği belirtirken, Atatürk'ün savaş sırasında 1921 yılında Eğitim Kongresi'ni topladığını hatırlattı. Atatürk'ün eğitimi istikbal savaşı olarak gördüğünü ifade eden Çelik, “Eğitim istikbal davamızdır, geleceğimizin devamıdır” dedi. Çelik, eğitime ideolojik olarak yaklaşanlarla değil, pedagojik olarak yaklaşanlar ile işbirliği içerisinde olduklarını kaydederken, Türkiye'de eğitimin 3 büyük problemi olduğunu söyledi. Bakan Çelik, eğitimin en büyük probleminin altyapı eksikliği olduğunu vurgularken bunu erişim ve kalite problemlerinin izlediğini bildirdi. Çelik, Türkiye'nin söz konusu üç problemi de aşarak gelişmiş ülkelerdeki eğitim seviyesine gelmek durumunda olduğunun altını çizdi. Çelik, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın eğitime çok önem verdiğini ve TBMM Başkanı Köksal Toptan'ın da eski bir Milli Eğitim Bakanı olduğunu söyleyerek, bu nedenle eğitim konusunda büyük atılımlar yapabildiklerini ifade etti.

-“İMKANLAR KULLANILARAK 3 MİLYAR DOLARLIK YATIRIM YAPILACAK”-

Bakan Çelik hedeflerinin, eğitim hakkından yararlanmayan bir kişi bile kalmaması olduğunu kaydederek, parası olmayanların eğitim hakkını elde edememesi gibi bir durumun söz konusu olmaması gerektiğini bildirdi. Çelik, “Ekonomik zorluk artık eğitimin önünde engel olmaktan çıkmıştır. Parası olan okusun parası olmayan okumasın gibi bir durum söz konusu değildir. Ben tahsil hayatımın tamamını yatılı olarak okudum” dedi. MEB olarak eğitim konusunda yapılan atılımlara değinen Çelik, bu yıl konsolide bütçeden yatırıma ayrılan payın 1,3 milyar YTL olduğunu kaydederek, “Fakat biz tüm imkanlarımızı kullanarak asgari 3 milyar dolarlık yatırım yapacağız. Kaynak neresidir derseniz Türkiye derim. Eğitime yüzde 100 destek kampanyası ile beraber sivil toplum kuruluşları, özel sektör ve kamu imkanlarını seferber ederek eğitimde çığır açacağız, açıyoruz ve açmaya devam edeceğiz” diye konuştu.

-“ÖZEL SEKTÖR VE KAMU KAYNAKLARINI EĞİTİM İÇİN SEFERBER ETMELİYİZ”-

Güney Kore Başbakan Yardımcısı Eğitim ve İnsan Kaynakları Bakanı Kim Shinil'i ikili ilişkiler ve forum amacıyla Türkiye'ye davet ettiğini kaydeden Çelik, Kore'de 40 adet kamu üniversitesi, 160 adet vakıf üniversitesi bulunduğuna dikkat çekti. Çelik, Güney Kore'de yüksek öğretimin yüzde 75'inin özel sektörde olduğuna işaret ederek, “Bakana, vakıf üniversitelerde öğretmenlerin maaşını nasıl ödüyorsunuz diye sorduğumda 'devletin ödediği' yanıtını verdi. Biz de eğitim kalitesini yükseltmek için çabalıyoruz. Sivil toplum örgütleri, özel sektör ve kamu kaynaklarını eğitim için seferber etmek zorundayız. Anayasamızın belirttiği çerçevenin dışına çıkmamak kaydıyla yapmak zorundayız” dedi.

-“YENİ MÜFREDAT DEMLENİYOR”-

Bakan Çelik, Türkiye'de kullanılan müfredatın 40 yıllık olduğuna işaret ederek, “Müfredatımız ezbere dayalıydı. Öğrencilere bilgileri depolamaktan başka bir şey yapılmıyordu. Sanki bir bilgisayar gibi kopyala yapıştır yapılıyordu. Biz artık bundan kurtulduk. Yeni müfredat öğrenci merkezli olarak yapıldı. Türkiye tarafından benimsendi ve tüm kitaplar da buna göre düzenlendi. Öğrencilere muhakeme yeteneği kazandıracak bir müfredat oldu. Ama hiçbir değişim bir anda kökleşemez, mükemmelliğe gitme yolunda demlenmesi gerekir. Bir kuluçka, olgunlaşma dönemi geçmesi gerekir. Biz de bunu yapıyoruz. Değişmeyen sadece ölülerdir” diye konuştu.

Eğitimde senkronizasyonun daha önceki dönemlerde yakalanamadığını belirten Çelik, “Yükseköğretimde eğitimin kalitesiz olması ilköğretime yansıyor. İlköğretimde kalitesizlik de yükseköğretime yansıyor.

-PEHLİVANOĞLU: “SINAV SİSTEMİ ÖĞRENCİLERİ EĞİTİMİN ÖZÜNDEN AYIRIYOR”-

TED Genel Başkanı Selçuk Pehlivanoğlu eğitimin gelişmekte olan ülkelerde para ve diğer girdileri ile önem kazandığını söyledi. Pehlivanoğlu, eğitimin kalkınma stratejilerinin merkezinde yer aldığını ifade ederek, “Çağımız da ülkelerin net okullaşma oranı yüzde 90'ın üzerine çıkmış olması önemli bir başarı olarak görülüyor. Ancak, araştırmalar yalnızca okula giden çocukların sayısını artırmaya odaklanan dar bir bakış açısının, sosyo-ekonomik koşulların iyileşmesine yetmediğini gösteriyor” dedi. Pehlivanoğlu, sınavlar konusuna da değinerek, eleyici nitelikteki sınavların öğrenicileri eğitimin özünden uzaklaştırdığını ve depresyona sürüklediğini kaydetti.
Pehlivanoğlu, eğitimdeki sorunların rejim ve ekonomik sorunlarında gerisinde kaldığına da dikkat çekerek, “Unutulmuşluğun getirdiği ve yozlaşma içerisinde pek çok yanlışın yaygınlaşarak yerleştiği bir ortamın şekillenmesi sonucunu doğurur. Bu süre zarfından girişilen kimi iyileştirici uygulamalar, ne yazık ki toplumsal gelişimin gerisinde kalır ve siyasi otoritenin eğitim sorunlarına güçlü bir şekilde sahip çıkmasını engeller.

-EĞİTİMİN ÖZELLEŞMESİ

ABD Eğitim Bakanlığı Eski Müsteşarı William Hansen, ABD hükümetinin eğitime ayıracak yeterli bütçesi bulunmadığı için, sistemin özel sektör ile beraber işlediğini söyledi. Hansen, “Sivil toplum kuruluşları, özel sektör ve kamu bir arada eğitime yatırım yapmak durumundadır” dedi.
Forum'un açılışında konuşan Güney Kore Başbakan Yardımcısı Eğitim ve İnsan Kaynakları Bakanı Kim Shinil'i de 1990'ların başında getirdikleri yeni eğitim reformundan bahsetti. Sihinil, eğitim konusunda önemli adımlar attıklarını belirtirken, 2013 yılında dijital ders kitabı uygulamasına da geçmeyi planladıklarını anlattı. Eğitimde sayının değil kalitenin önemli olduğunu söyleyen Shinil, “Eğitim konusu, özerklik, kamusalcılık ve bunun gibi daha bir çok konunun arasında kaldı. Çelişen değerler içerisinde kalmasına karşın bunların arasında bir yol bulunmalıdır. Değerlerden birini kurban vermek anlamında değil ama belli bir orta yol bulma anlamında optimal politikalar seçilmesi ile yapılmalıdır. Bunu yapmaktan kaçamayız” dedi.

Üniversitelerimizin kendilerini değerlendirmeleri ve üniversitelerin süper liginde yer almak için gerekli atılımları yapmaları zorunlu

Üniversitelerimizin hem mevcut sıralama sonuçlarını göz önüne alarak, hem de kendileri veya ulusal düzeyde kurulacak bir sıralama sistemi aracılığıyla kendilerini değerlendirmeleri ve üniversitelerin süper liginde yer almak için gerekli atılımları yapmaları zorunlu.


Yükseköğretim ve Küreselleşme: Yükseköğretimin yüzyıllardır süren uluslar arası niteliği özellikle son 20 yıl içerisinde giderek artan bir hızla, değişimin ana itici gücü haline gelmiş ve bu kapsamda üniversiteler ve diğer yükseköğretim kurumları gittikçe daha fazla oranda küresel yarışa katılmak durumunda kalmışlardır. Bunun bir doğal sonucu olarak, yükseköğretim kurumları arasında, sürdürmekle yükümlü oldukları eğitim-öğretim, araştırma, teknoloji üretme ve topluma hizmet etme konularında dünya ölçeğinde bir yarış ortamı oluşmuştur.
Bu yarışın değerlendirme parametreleri, yükseköğretim kurumlarında yürütülen eğitim, araştırma ve yaratıcılığın kalitesi ile belirlenmekte ve sonuç olarak çeşitli değerlendirme sistemleri aracılığı ile üniversiteler karşılaştırılmaktadır. Elde edilen karşılaştırma sonuçları, yüksek öğretim kurumlarına kaynak sağlayacak organizasyonlar, Ar-Ge projelerini destekleyecek devlet yönetimi ve özel sektör kuruluşları, üniversitelere gelecek öğretim üyeleri, potansiyel öğrenciler ve öğrencilerin aileleri tarafından bir tercih kriteri olarak kullanılmaktadır. Diğer taraftan yapılan değerlendirmeler, üniversitelerin bölge, ülke ve dünya çapında prestijleri açısından da önemli bir girdi oluşturmaktadır.

Kalite süreçleri
Değerlendirmeler ve değerlendirmeler sonucunda ortaya çıkan sıralamalar, ilgili yükseköğretim kurumunda sürdürülen eğitim ve araştırma faaliyetlerinin kalitesi ile doğrudan ilişkilidir ve üniversitenin kalite süreçlerini belirlemektedir.
Yapılan sıralamalar sonucunda belirli kalite standartlarını sağlamış ve bu süreçlerle etkin ve etkili bir gelişme stratejisini gerçekleştirmiş üniversiteler, üniversitelerin süper ligi olarak adlandırabileceğimiz bir yeni sınıflandırmanın içerisinde yer almaya başlamışlardır. Diğer bir deyişle, yükseköğretim kurumları bu süper lig içerisinde yer alabildikleri sürece hem eğitim-öğretim hem de araştırma faaliyetlerinin düzeyini de kanıtlamış olmaktadırlar.
Üniversitelerin süper ligi ile ilgili son toplantı: Üniversitelerin değerlendirilmesi ve sıralanması ile ilgili Avrupa ve dünya ölçeğinde bilimsel toplantılar düzenlenmekte ve konu çok değişik boyutları ile ayrıntılı olarak tartışılmaktadır. Bu toplantıların en sonuncusu Ranking and Research Assessment in Higher Education adı altında12-13 Aralık 2007 tarihlerinde Belçika'nın Brüksel kentinde bulunan Universite Libre de Bruxelles de yapılmıştır.
Bu toplantıya dünya çapındaki mevcut değerlendirme ve sıralama sistemlerinin (Shanghai Jiao Tong, Times Higher Education Supplement, Cybermetrics Lab.) üst düzey temsilcilerinin yanı sıra, Fransa, Hollanda, İngiltere, Almanya, Belçika'da bulunan ulusal değerlendirme sistemlerinin temsilcileri konuşmacı olarak katılmışlardır. Avrupa Birliği üyesi ülkelerin 136 temsilcisi de toplantıda hazır bulunmuşlardır. Ben de bu toplantıya konuya olan ilgim nedeniyle katılmayı bir görev bildim.


Mevcut sıralamalar
Diğer taraftan, mevcut sıralamalarda hiç de arzu etmediğimiz yerlerde bulunan Türk yükseköğretim kurumlarının bu kadar önemli bir toplantıda temsil edilmediğini üzülerek gözlemledim. Brüksel'de yapılan bu toplantıda hem Dünya ölçeğindeki hem de Avrupa Birliği ülkelerinde var olan değerlendirme sistemleri tartışılmış ve değerlendirme sistemlerinin geleceği ve üniversitelerin süper liginin nasıl şekilleneceği konusunda görüşler paylaşılmıştır. Toplantıda Avrupa Komisyonu'nun araştırmadan sorumlu bakan yardımcısı da hazır bulunmuştur. Bu da Avrupa Birliği düzeyinde konuya verilen önemi göstermektedir. Toplantıda varılan en önemli sonuç gelecek yakın dönemde üniversitelerin sıralama ve sınıflandırmalarının artan bir hızla devam edeceği ve bunun sonucunda üniversitelerin bir süper ligi'nin oluşacağıdır. Bu toplantıda ayrıca, Avrupa Birliği kapsamında bir değerlendirme ve sıralama sisteminin kurulması konusunda görüş birliğine varılmış ve bu görüş AB komisyonu temsilcileri tarafından da onaylanmıştır.
Üniversite değerlendirme sistemlerinin geçmişine kısa bir bakış: Üniversitelerde yapılan faaliyetlere ilişkin değerlendirme ve sıralama süreçleri ilk olarak Amerika Birleşik Devletleri'nde başlamış ve bu kapsamda ABD üniversiteleri hem genel hem de konu bazında sıralamalara tabi tutulmuşlardır. Ayrıca ABD üniversitelerinde verilen eğitimin kalitesi temel alan bazında (mühendislik, mimarlık, tıp v.b.) belirli akreditasyon kurumları (ABET, NAAB, v.b) aracılığı tarafından değerlendirilmektedir. ABD'de başlayan bu süreç daha sonra İngiltere ve Almanya'da devlet tarafından yönlendirilmiş ve ABD'den farklı bir anlayışla kullanılmıştır. Özellikle üniversitelerin araştırma faaliyetlerinin değerlendirilmesi için bağımsız organizasyonlar kurulmuştur. İngiltere'de 'The Research Assessment Exercise' (RAE) adı verilen değerlendirme sisteminde üniversitelerde sürdürülen araştırma faaliyetleri, üniversitelere yapılacak kaynak aktarımının belirlenmesi, halkın ödediği verginin nereye harcandığının açıklanabilmesi, nerede en iyi araştırmanın yapıldığı ve bu araştırmanın ne kadar iyi olduğunun halka anlatılabilmesi amaçları doğrultusunda değerlendirilmekte ve bu kapsamda üniversiteler sıralanmaktadır. Bu sıralamalar sonucunda ilk 10 sırada yer alan üniversiteler devletin verdiği toplam kaynağın yarısına yakınını almaktadır. Almanya'da da benzer bir değerlendirme sistemi oluşmuş bulunmaktadır. Bağımsız bir kuruluş olan Center for Higher Education, (CHE)tarafından gerçekleştirilen bu değerlendirmelerde üniversiteler yapmış oldukları araştırma faaliyetleri açısından sıralanmakta ve üniversitelere yapılan kaynak aktarımları bu sıralama sonuçlarına göre belirlenmektedir. CHE ayrıca Hollanda üniversitelerinin değerlendirme süreçlerine de katkıda bulunmaktadır. Almanya'da yapılan değerlendirmeler genelde konu bazında üniversitelerin sıralaması şeklinde gerçekleşmektedir. Avrupa'nın diğer ülkelerinde de üniversitelerin araştırma faaliyetleri değişik boyutlarında değerlendirilmeye tabi tutulmaktadır.


Son gelişmeler
Üniversitelerin gittikçe daha fazla uluslararası bir yapıya kavuşması, doğal olarak dünya ölçeğinde değerlendirme ve sıralama mekanizmalarının oluşmasına neden olmuş bulunmaktadır. Bunlardan en tanınmış ikisi Shanghai Jiao Tong ve Times Higher Education Supplement (THES) sıralamalarıdır. Shanghai sıralaması esas olarak Çin üniversitelerinin dünya üniversiteleri arasındaki yerinin belirlenmesi ve Pekin, Tsinghau gibi üniversitelerin dünya klasmanında Üniversiteler olabilmeleri için yapılacak atılımların belirlenmesi amacıyla oluşturulmuştur. Daha sonra ortaya çıkan sonuçlar dünya ölçeğinde kabul görmüş ve sıralama sonuçları hem potansiyel öğrenciler hem de üniversitelere finans sağlayan organizasyonlar tarafından bir girdi olarak kullanılmaya başlamıştır. Shanghai sıralamasında temel olarak üniversitelerde Nobel Ödülü alan öğretim üyesi ve mezun sayıları, 21 temel konuda en yüksek atıf alan öğretim üyesi sayıları, Nature and Science dergilerinde basılan makale sayıları, SCIE ve SSCI de yayımlanan makale sayıları, üniversitenin büyüklüğüne bağlı olarak gösterilen akademik performanslar kullanılmıştır.
THES sıralaması da benzer faktörlere dayanarak yapılmış fakat bu faktörlerin sonuca etkileri değişik oranlarda ele alınmıştır. Hem Shanghai hem de THES sıralamalarının ilk 200'ünde 133 üniversite aynıdır. Bu ise farklı bakış açılarının farklı sıralama sonuçları yaratacağını açıkça göstermektedir. Burada şunu da belirtmek gerekir ki bütün bu değerlendirme farklılıklarına rağmen Türkiye Cumhuriyeti üniversiteleri araştırma bazlı bu iki sıralama sisteminde ilk 500 üniversite içerisine girememişlerdir. Bir başka sıralama sistemi ise İspanya'nın Madrid kentinde bulunan Cybermetrics Lab (CSIC) tarafından yapılmaktadır. Webometrics adı verilen bu sıralama sistemi üniversitelerin mevcut Web sayfalarının değerlendirilmesine ve özellikle bu sayfalarda üniversite ile ilgili bilgilerin ulaşılabilirliği bilgisine dayanmaktadır.
Bu sıralama sisteminin üniversitelerin araştırma kapasiteleri ve kalitesi konusunda bir bilgi vermediği de açıktır.


Türkiye'de durum
Yukarıda kısaca özetlenen gelişmeler ve süreçler gösteriyor ki, artık üniversiteler yaptıkları faaliyetler açısından dünya ölçeğinde değerlendirme ve sıralamaya tabi tutulmaktadırlar. Sıralamalar sonucunda 'dünya süper ligindeki üniversiteler adı verilen yeni bir üniversite sınıflandırması ortaya çıkmaktadır. Doğal olarak istenen ve arzu edilen Türkiye Cumhuriyeti üniversitelerinin de bu sınıflandırmanın içerisinde yer almasıdır. Üniversitelerin süper liginde yer alan üniversitelerimizin sayısının çokluğu Türkiye de yapılan eğitim ve araştırmanın da o oranda uluslararası düzeyde olması anlamını taşıyacaktır. Bu kapsamda üniversitelerimizin hem mevcut sıralama sonuçlarını göz önüne alarak hem de kendileri veya ulusal düzeyde kurulacak bir sıralama sistemi aracılığı ile kendilerini değerlendirmeleri ve üniversitelerin süper liginde yer almak için gerekli atılımları yapmaları zorunludur.
Bu atılımların yapılabilmesi için en önemli problem kaynak sorunudur. Öğrenci başına ayrılan kaynak Türkiye'de 3 bin 500.-USD, Avrupa'da 10 bin.-USD ve ABD'de 30 bin-USD cıvarındadır. Kaynak sorunu doğal olarak üniversitelerin değerlendirilmesi ve sıralanmasına yansımaktadır. Bunun bir göstergesi Shanghai ve THES sıralamalarındaki ilk 50 üniversite içerisinde yüzde 70 oranında ABD üniversitelerinin bulunmasıdır. Diğer taraftan bu sıralamalar sadece bir kaynak sorununa bağlı değildir. Üniversitelerin en önemli sorunlarından biri insan kaynaklarının geliştirilmesi ve bu gelişmenin sürdürülebilmesidir. Türkiye'nin sahip olduğu genç nüfus potansiyelinin iyi değerlendirilmesi ve bu şansın çok iyi kullanılarak genç nüfusun üniversitelerin insan kaynaklarının gelişimine yönlendirilmesi en önemli sorundur. Cumhuriyetimizin kuruluşunun 100. yılına tekabül eden 2023 yılında ülkemizin kalkınma, büyüme, GSMH'da artış v.b. hedeflerine ulaşabilmesi de üniversitelerin gelişmişlikleri ile doğrudan ilişkilidir.
Sonuç olarak, Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve üniversiteleri ele ele vererek hem dünya üniversiteleri süper liginde yer alma hem de ülkenin kalkınmışlık düzeyine katkıda bulunma başarılarına imza atabilirler. Bu amaca ise, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin konuyu bir temel politika olarak ele alması ile erişilebilir.
Prof. Dr. İbrahim Akduman: İstanbul Teknik Üniversitesi
Radikal

Yarı Yıl Tatilinde Sanat

Ankara'da faaliyet gösteren Gamze Sanat Okulu, oluşturduğu hafta sonu kulüp programlarıyla yarıyıl tatilinde çocukların birçok sanat dalını tanımalarını sağlıyor. Klasik baleden “hip hop”a, perküsyon ve ritm atölyelerinden oyunculuğa kadar geniş seçeneklere sahip seçmeli kulüp dersleri, 3 yaştan 17 yaşa kadar tüm çocuk ve gençlere hitap ediyor.

Sanat derslerinde, çocukların önce kendi tercihleri saptanıyor, daha sonra devreye eğitmenler girerek çocuğun yeteneği doğrultusunda aileler bilgilendiriliyor. Ayrıca çocuğun eğitim sürecinde yaş gelişimiyle ilgili tercih değişiklikleri de eğitmenler tarafından değerlendiriliyor. Sabah 9.00'da başlayan etkinliklerle, çocuklar tatillerini keyif aldıkları bir sanat dalında eğitime başlayarak değerlendirme fırsatı yakalıyor.

-ÇALIŞAN ANNE BABALAR İÇİN DERS SAATİ UZATILABİLİYOR

Çalışan anne babalar için yarıyıl tatili süresince, sanat dersleri 9.00'dan 17.30'a kadar uzatılabiliyor. Yarıyıl tatiline özel olarak oluşturulan sanat eğitimi programıyla, çocukların yetenekleri doğrultusunda kendilerini ifade edebildikleri ve Devlet sanatçıları ve Üniversite öğretim görevlilerinden oluşan sanat eğitmenlerinin yönlendirmeleri ile doğru sanat dalını seçmeleri hedefleniyor. Gamze Sanat Okulu, verilen sanat eğitiminin, okul olarak değil eğlenceli zamanlar olarak düşünülmesi gerektiğine dikkat çekiyor.

Silik ve etkisiz baba modelinin bulunduğu bir ailede yetişen çocuklarda görülen olumsuz etkiler ömür boyu hissediliyor

Uzmanlara göre, babanın vefatıyla oluşan boşluğu anne, dede, dayı ya da amcalar bir şekilde şefkatle doldurabiliyor; ancak silik ve etkisiz baba modelinin bulunduğu bir ailede yetişen çocuklarda görülen olumsuz etkiler ömür boyu hissediliyor.

Bazı çocuklar daha küçük yaştayken yetim kalıyor. Bazıları ise ebeveynlerinin boşanması sonucu babasız büyüyor. Psikiyatrlar, üçüncü tür baba yoksunluğuna daha dikkat çekiyor. O da anne modelinin 'baskın', baba modelinin ise 'silik' olduğu aile yapısındaki babasızlık. Böyle bir ailede büyüyen erkek çocukların cinsel kimlik bozukluğu yaşayabildiğini ifade eden uzmanlar, yürütülemeyen evliliklerde anne ve baba modellerinden herhangi birinin zayıf olmasının önemli rol oynadığını bildiriyor. Uzmanlara göre; babanın vefat etmesi durumunda oluşan boşluğu anne, dede, dayı ve amca önemli ölçüde doldurabiliyor; ancak 'silik baba' modelinin bulunduğu ailede ortaya çıkan olumsuz etkiler ömür boyu hissediliyor.

İnsani Değerler ve Ruh Sağlığı Vakfı Başkanı Psikiyatr Prof. Dr. Nevzat Tarhan, ailede baba olmamasının çocuklar için bazı yoksunluk belirtileri doğurduğunu, bunun kız ve erkeklerde ayrı ayrı kendini gösterdiğini bildiriyor. Ailede sağlıklı bir baba olmasının erkek çocuklarda temel güven duygusunu geliştirdiğini belirten Tarhan, çocukların hayatın zorluklarına karşı ayakta kalmayı babalarından öğrendiğini vurguluyor.

Ölen babanın eksikliğini annelerin iyi bir yönlendirmeyle kapatabildiğini anlatan Tarhan, böyle durumlarda baba yerine geçebilecek dede, dayı gibi kişilerin mümkün olduğunca çocukla birlikte zaman geçirmesini ve babasızlıktan doğan boşluğu doldurmasını tavsiye ediyor.

Çocukların bazı kişilik özelliklerini babadan, bazılarını ise anneden alarak kendi kimliğini oluşturduğunu kaydeden Tarhan, "Kimi ailelerde baba silik, anne baskın olabiliyor. Böylece baba çocuğun kimlik ve kişilik oluşumunda kalıcı izler bırakamıyor. Bu durum çocukta cinsel kimlik bozulmasına yol açıyor. Farklı cinsel tercihleri olan kişilerin çocukluklarına inildiğinde baskın bir anne, silik bir babaları olduğunu görüyoruz." şeklinde konuştu.

Böyle bir ailede büyüyen çocukların evlilikte de sorunlar yaşadığını söyleyen Tarhan, şunları kaydediyor: "Hep annenin dediğinin olduğu bir ailenin büyüttüğü kız, kocasıyla ilişkilerinde 'benim dediğim olacak' tarzında bir yol izliyor. Kendisine devamlı itaat eden bir koca istiyor. Bunun normal olduğunu sanıyor."

'Silik baba' elinde büyüyen erkeklerin eş seçerken sığınma duygusuyla yaşı kendinden büyük hanımları tercih ettiğini anlatan Tarhan, şu değerlendirmeyi yapıyor: "Annenin babayı hep aşağıladığı, kötülediği ve onun kusurlarını söylediği böyle bir ortamda gelişen çocuk, babayı yüceltmiyor, değersizleştiriyor. Çocuğun gözündeki baba modeli bozuluyor. Soyut bir baba yoksunluğu yaşanıyor." Baba modeli yoksunluğunda ortaya çıkabilecek bir diğer özelliğin ise girişimcilik zayıflığı olduğunu söyleyen Tarhan, hayatta risk almak istemeyen, özgüveni düşük bu kişilerin özellikle iş hayatında zorlandığını bildiriyor. Babasız büyümenin bazı avantajları da bulunduğunu bildiren Tarhan'a göre, anne gerçekçi bir hedef koyabilirse babasız büyümek o çocuğun girişimciliğine olumlu etki yapabilir. Küçük yaştan tuttuğunu koparan, atak bir çocuk haline getirebilir. Çocuk, ailedeki 'baba' boşluğunu doldurabilmek için küçük yaşta sorumluluk almayı öğrenir. Alışveriş yapar, ticareti öğrenir, yetenekleri gelişir. Özgüveni koruyan sorumluluk verilmesi çocuğa fayda sağlayabiliyor. Üstesinden geldiği sorunlar çocuğu erken olgunlaştırıyor.

Klinik Psikolog Nevzat Tekin ise babanın sevgi, şefkat ve koruyuculuğunu tadamamanın ileriki yaşlarda insanlarda kimlik bunalımına neden olabildiğine işaret ediyor. Tekin, söz konusu yoksunluğun insanları suça meyilli hale getirebildiğinin de altını çiziyor.

Ergenekon operasyonu kapsamında tutuklanarak Paşakapısı Cezaevi’ne konan Türk Patrikhanesi sözcüsü Sevgi Erenerol’un evinde fişleme kayıtları çıktı

Ergenekon operasyonu kapsamında tutuklanarak Paşakapısı Cezaevi'ne konan Türk Ortodoks Patrikanesi Basın Danışmanı Sevgi Erenerol'un evinde akademisyenlerle ilgili fişleme belgeleri bulundu. Erenerol, çok sayıdaki öğretim üyesiyle ilgili bilgi fişlerinin evine nasıl ve kim tarafından getirildiğini bilmediğini savundu. Erenerol'un, "Ofisimde ele geçirilen 'Derin Ergenekon CD'si'nin içeriğini ve kim tarafından verildiğini de bilmiyorum" diye konuştu.

'DEVLETİMİZİ KORUMAK'

Veli Küçük ve Kemal Kerinçsiz ile 2004 yılında bir etkinlikte tanıştığını öne süren Erenerol, Muzaffer Tekin'le de 2003'teki Kıbrıs mitinginde tanıştığını açıkladı. Mahkemede, "Patrikhanemizin öncelikli amacı vatandaşı olduğumuz ülkemizin ve devletimizin bekasını korumaktır" ifadelerini kullanan Erenerol, Ankara'da faili meçhul bir suikasta kurban giden Doç. Dr. Necip Hablemitoğlu'nu İstanbul'daki bir etkinlik vasıtasıyla tanıdığını da anlattı. Erenerol, herhangi bir istihbarat örgütüyle bağlantısı olduğu iddialarını da yalanladı. Tutuklanan Avukat Kemal Kerinçsiz, Sami Hoştan, Fikri Karadağ ve Hüseyin Görüm'ün ifadeleri ise şöyle:

Avukat Kemal Kerinçsiz: Ergenekon yapılanmasının silahlı bir örgüt olduğunu soruşturma sırasında öğrendim. Büromda eve evimde bulunan evraklar, avukatlığını yaptığım Muzaffer Tekin ve Ergün Poyraz davalarıyla ilgili. Bana gelen belgelerin kaynağını açıklamama hakkım var. Ulusal Güç Birliği diye bir birliği tanımıyorum.

TEŞKİLAT: KUMARHANE

Fikri Karadağ: Benim kurduğum derneğin hiçbir dinsel ve cemaat veya başka örgütlenme ile doğrudan ya da dolaylı bir bağlantısı yoktur. Tam bağımsız ve bağlantısız bir kuruluştur. Sami Hoştan: Veli Küçük ile 1,5 yıldır görüşmedim. Sadece telefon görüşmesi yapmış olabilirim. Teşkilat diye geçen kelime, kumar ile ilgili bir konudur. Teşkilata gelme kumar dünyasında kullanılan bir kelimedir.

İbrahim Çiftçi'yi 10 yıldır tanırım. Zaman zaman kumar oynarız. Hablemitoğlu cinayeti ile ilgili yaptığı başvuru ve cinayet konusundaki açıklamaları hakkında bilgi sahibi değilim. Çiftçi Ergenekon kelimesini söylemekten aciz, kumar oynayan biridir. Hüseyin Görüm: Türk Ortodoks Kilisesi'ne Muzaffer Tekin ve Fikri Karadağ'la birlikte gittim. Atatürkçü bir çizgisi olan kiliseyi Fener Rum Patrikanesi karşısında güçlendirmek için gittik.

Tatilde en büyük sorun, çocukların tüm zamanlarını bilgisayar başında geçirmeleri. Buna nasıl bir çizgi çekilmeli?

Gerekiyorsa bilgisayarın üzerine saat limiti konulmalı ve evde bir kişi, çocuğu buna göre yönlendirmeli. İlkokul çağındaki çocuklar bir saatten fazla bilgisayar başında kalmasın. Lisedeki çocuk da 2-3 saat kalsın ama sanal bir dünyada, tamamen sanal bir tatil yaşamasın. Aile, kararı çocuğa bırakmamalıdır ama çocukların bilgisayar heveslerine ne kadar karşı koyabilirler bilmiyorum. Ben ebeveynlere, bilgisayar almamalarını öneriyorum.

* Çocuklar tatil programlarını kendileri mi yapmalı?
10 yaşındaki çok olgun bir çocuk tatil programını kendisi yapabilir, neler istediğini söyler. Ama 15 yaşında hiç olgun olmayan bir çocuk böyle bir şey yapamayabilir. Yapmaması da iyi olur. Çocuk sadece internet sitelerinde gezmek de isteyebilir. Ailelerin her zaman bir sınır ve yönlendirmesi olmalıdır. Çocukların 14-15 yaşından sonra, kendi tatil programları hakkında plan yapmalarına izin verilmelidir.

* Çocukların tatilde kaçta yatıp kalkacakları önceden belirlenmeli mi, yoksa çocukların isteklerine göre mi şekillenmeli?
Adı üstünde tatil. Nasıl siz pazar günü hiçbir şey yapmadan evde oturmak istiyorsanız çocuklar da tatilde yeni angajmanlara girmek istemeyebilir. Bunu anlayışla karşılamak lazım. Çocuklar tatilde sabahın köründe kalkmasın. Ama öğlen bire kadar da uyumasın. Ailenin bir düzeni olmalı. Çocuğa önceden, 'Yarın ne yapmak istiyorsun?' diye sorularak, onu yönlendirecek bir sistem oluşturulmalıdır. (Sabah)

Eğitim-İş üyeleri MEB'nın soruşturma başlatıldığını öne sürdükleri öğretmen destek için protesto yaptılar

Eğitim ve Bilim İşgörenleri Sendikası (Eğitim-İş) üyeleri, Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi ders kitabında laikliğe aykırı unsurlar olduğu iddiasını içeren bir rapor hazırlayan öğretmen Mustafa Cemil Kılıç hakkında Milli Eğitim Bakanlığı tarafından soruşturma başlatıldığını öne sürerek, bu durumu protesto etti.

Cağaloğlu'ndaki İstanbul İl Milli Eğitim Müdürlüğü önünde toplanan ve çeşitli sloganlar atan grup adına bir basın açıklaması yapan Eğitim-İş Hukuk Sekreteri Vahap Güzey, Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmeni olan Mustafa Cemil Kılıç'ın, Eğitim-İş'in Türk ulusal eğitim sistemiyle ilgili inceleme ve araştırma çalışmaları kapsamında söz konusu ders kitabıyla ilgili inceleme yaptığını belirtti.
Kılıç'ın, ilgili ders kitabı içeriğinde mezhep ayrımı ve örtünme telkini yapılarak laiklik ilkesine aykırı davranıldığını içeren çalışmasının raporunu Eğitim-İş Genel Merkezi'ne ilettiğini belirten Güzey, Kılıç hakkında bu nedenle Milli Eğitim Bakanlığı'nca soruşturma başlatıldığını iddia etti. Kılıç hakkında başlatılan soruşturmayı kınadıklarını kaydeden Güzey, bu konuda hukuki mücadeleyi sürdüreceklerini sözlerine ekledi.

Hakkında soruşturma başlatılan Mustafa Cemil Kılıç da, sendikanın ders Kitaplarını İnceleme Komisyonu'nun, din ve ahlak bilgisi kitabına yönelik inceleme görevini bu branşın öğretmeni olan kendisine verdiğini ifade ederek, 2007-2008 dönemi için hazırlanan kitabı Atatürk ilke ve inkılaplarına, laikliğe uygunluğu açısından incelediğini söyledi. Raporunu hazırladıktan sonra çıktığı bir TV programında konuyu bir kez de bakanlık yetkilileriyle birlikte tartıştıklarını anlatan Kılıç, bu programın yayınının ardından hakkında soruşturma başlatıldığını belirterek, "Bu dersin öğretmenlerinden biri olarak Atatürk ilke ve devrimlerinin göz ardı edildiğini ortaya koyduğum için hakkımda soruşturma açılmıştır. Eğer Atatürk ilkelerini savunduğumdan dolayı bir ceza alırsam, bu cezayı ömrümün sonuna kadar bir madalya gibi taşıyacağım" dedi.

Eylem sırasında yoldan geçen ve oğlunun Hakkari Çukurca'da 5 günlük askerken şehit olduğunu belirten Sultan Çevik, açılan dövizleri görünce konuya müdahil olarak, "Atatürk'ün yasalarını hiç kimse kaldıramaz" dedi.
Grup, basın açıklamasının ardından olaysız dağıldı.