17 Ocak 2008 Perşembe

Hem öğretmen hem de avukat olan kişilere iki mesleği de yapabilme şansı getiren yasa teklifi Meclis Başkanlığı’na sunuldu

AKP Bursa Milletvekili Mehmet Tunçak tarafından hazırlanan ve hem öğretmen hem de avukat olan kişilere iki mesleği de yapabilme şansı getiren yasa teklifi Meclis Başkanlığı'na sunuldu.


AKP Bursa Milletvekili Mehmet Tunçak tarafından hazırlanan Avukatlık Yasasında değişiklik öngören yasa teklifiyle 2001 tarihinden önce ilköğretim ve ortaöğretimde öğretmenlik yaparken avukatlık yapanlarla, hukuk fakültesinde okuyan, staj yapanlar öğretmenlik yapabilecek. Tunçak, “Türkiye'de öğretmen ve avukat olan yaklaşık 2 bin 500 kişi var. Bu değişiklikle iki meslek aynı anda yapılacak” dedi.

“ÇİFTE MESLEK” ŞANSI
AKP Bursa Milletvekili Mehmet Tunçak tarafından Avukatlık Yasası'nın geçici 20. maddesinin birinci fıkrasının değişmesini öngören teklif şöyle:

“10.05.2001 tarihinden önce ilköğretim veya ortaöğretimde öğretmenlik görevi ve avukatlık mesleğini birlikte yapanlar ve aynı durumda olup avukatlık stajına veya hukuk fakültelerinde öğrenime devam edenler hakkında 11. madde hükmü uygulanmaz"

Sözkonusu 11. madde ise avukatlıkla bağdaşmayan işleri düzenliyor ve 'Aylık, ücret, gündelik veya kesenek gibi ödemeler karşılığında görülen hiçbir hizmet ve görev, sigorta prodüktörlüğü, tacirlik ve esnaflık veya meslekin onuru ile bağdaşması mümkün olmayan her türlü iş avukatlıkla birleşemez' hükmünü içeriyor.

2 BİN 500 KİŞİYE MÜJDE
AKP'li Tunçak, hazırladığı yasa teklifiyle ilgili şu açıklamalarda bulundu:
“Türkiye'de 10 Mayıs 2001'den önce öğretmen olan ve aynı zamanda hukuk fakültesinde okuyan ve hukuk fakültesini bitirenleri kapsıyor. Öğretmenlik ve avukatlık mesleklerini aynı anda birlikte yapan düzenleme daha önce vardı. Ancak, 10 Mayıs 2001'den öncekilerini kapsamıyordu. Yaklaşık bu durumda olan 2 bin 500 kişi var. Bunların mağduriyetlerini ortadan kaldırmak için bu düzenlemeyi yaptık” diye konuştu

Dünya Bankası Türkiye Direktörü Zachau'nun "Öğretmen maaşlarınız yüksek" açıklamasına Eğitim Bir Sen'den sert tepki geldi

Dünya Bankası Türkiye Direktörü Ulrich Zachau'nun yaptığı "Öğretmenlerin maaşları Türkiye'nin Gayri Safi Yurtiçi Hasılası göz önünde bulundurulursa OECD standartlarına göre yüksek kalıyor, bu düzeltilmeli." açıklamasına tepkiler gelmeye başladı.

İşte Eğitim-Bir-Sen Genel Başkanı Ahmet Gündoğdu'nun açıklaması:

Dünya Bankası ve IMF'yi kınıyoruz

Sendika olarak, Dünya Bankası(DB) Türkiye Direktörü Zachau'nun “Öğretmen maaşları düşürülmelidir” teklifini çirkin bir öneri olarak değerlendiriyor, kendisini şiddetle kınıyoruz. Hükümeti de memurların mağduriyetini görmeye davet ediyoruz.

Dünya Bankası Türkiye Direktörü Zachau, cari açıktaki riske dikkat çekerek, yüksek faiz dışı fazlanın sürmesi gerektiğini söylemiş. Bu açıkların kapatılması içinde çalışanların kıdem tazminatlarının azaltılmasını, OECD ülkelerine göre yüksek olduğunu iddia ettiği öğretmen maaşlarının düşürülmesini teklif etmiş. Zachau, açıkça yalan söylemektedir. Çünkü OECD ülkelerindeki öğretmen maaşı Türkiye'deki öğretmen maaşlarının ortalama tam üç katıdır. OECD ülkelerinde ilköğretimde göreve yeni başlayan bir öğretmen, yılda 25 bin 727 dolar, 15 yıllık bir öğretmen ise yılda 35 bin 99 dolar kazanmaktadır. Danimarka'da göreve yeni başlayan bir öğretmen yılda 33 bin 693 dolar, 15 yıllık bir öğretmen 37 bin 925 dolar, Almanya'da göreve yeni başlayan bir öğretmen yılda 37 bin 718 dolar, 15 yıllık bir öğretmen 46 bin 935 dolar, Türkiye'de ise, göreve yeni başlayan bir öğretmen 9 bin 900 dolar, 15 yıllık bir öğretmen 12 bin 300 dolar kazanmaktadır. Dolayısıyla hesap ortada iken, Zachau'nun öğretmen maaşlarının Türkiye'de yüksek olduğunu söylemesi ve pervasızca düşürülmesini önermesi hesap bilmediğini göstermektedir. Kendisini tüm eğitim çalışanları adına kınıyoruz.

Memur Düşmanı IMF'nin işine son verilmelidir.

Zaten Dünya Bankası ve ikizi IMF'nin politikalarıyla kalkınmış bir tane ülke göstermek mümkün değildir. Söz konusu kuruluşun tavsiyeleriyle hareket eden ülkelerin ekonomileri düzelmediği gibi çalışanlarda bu politikaların altında ezilmektedir. Çünkü IMF “maaş artışlarının bütçeye getireceği yüke ve ekonomik dengelerin bozulacağına” sürekli dikkat çekerek, memura az zam yapılmasını tavsiye etmektedir. Yani IMF'nin gözü hep memur maaşlarındadır.

Buna karşın faiz giderlerinin yüksekliğinden ve zamlardan rahatsız olmaz. Örneğin 2008 bütçesinden 2 milyon 150 bin memur ve diğer kamu personeline 48.7 milyar YTL kaynak ayrılırken, sayıları yüzlerle ifade edilen faizciye tam 56 milyar YTL ayrıldı. Dolayısıyla memur maaşlarına Ocak-Temmuz döneminde yüzde 2 +2 ve Ocak ayında taban aylığı da 10 YTL seyyanen zam geldi. Daha memur maaşına zam gelmeden daha fazlası zamlarla geri alındı. BOTAŞ, doğalgaz fiyatına konutlarda yüzde 7.4 zam yaptı. Yine elektriğe konutta yüzde 15 zam yapılırken, ulaşım giderlerine de yüzde 20'lere varan zam geldi. Memur maaşlarına yapılan artış, doğalgaz, elektrik ve ulaşım zammıyla geri alındı.

Türkiye'nin IMF'ye olan borcu 23.5 milyar dolardan, 7.2 milyar dolara kadar inmiş durumda. Hükümetin, hedeflerine göre bu borç 2012 yılına kadar sıfırlanacak. Sendika olarak, 2012'ye beklenmemesini, IMF'ye olan borcun bir defa da ödenerek IMF'nin işine son verilmesini öneriyoruz. Kısacısı, üreten, dışa açık, çalışanla barışık ekonomi politikalarına evet, IMF ile yola devama hayır diyoruz. Çünkü, IMF'nin tavsiyelerine ve reçetelerine uyan hasta, daha da hasta düşüyor. IMF'ye elini veren kolunu kaptırıyor. Hükümet, bu gerçekleri dikkate alarak IMF ile yapılan stand-by anlaşmalarını bitirmeli, memurlara geçmiş kayıplarını da telafi edecek şekilde zam yapmalıdır. Son olarak bir hususa daha dikkat çekmek istiyoruz. Bugün enflasyondan arındırılmış faiz(reel faiz) yüzde 8-10 civarındadır. Yani ekonominin büyümesinden daha fazla net faiz gelirleri elde etmektedirler. Buna karşın memurlara hedeflenen enflasyon dikkate alınarak zam yapılmaktadır. Bu zam yöntemi terk edilerek gerçekleşen enflasyon artı ortalama yüzde 6.8'leri bulan büyüme ilave edilerek kamu çalışanlarının maaşlarına yansıtılmalıdır.

Devlet Bakanı Çubukçu, engelliler için yaptırılan Fatma Menekşe Eğitim Uygulama Okulu ve İş Eğitim Merkezi'nin açılışını yaptı

Devlet Bakanı Çubukçu, Selçuklu ilçesinde Yeryüzü Melekleri Koruma Derneği Başkanı Fatma Menekşe, işadamı olan eşi, mühendis oğlu ve değişik kurum ve kuruluşların katkılarıyla, engelliler için yaptırılan Fatma Menekşe Eğitim Uygulama Okulu ve İş Eğitim Merkezi'nin açılışını yaptı.



Engellilerin topluma kazandırılması için seferberlik yapılması gerektiğini söyleyen Çubukçu, hayırsever işadamlarına teşekkür etti. Çubukçu, "Burada o seferberliğin büyük bir içtenlikle gerçekleştirildiğini görmek beni çok mutlu etti.'' dedi. Açılış töreni sırasında down sendromlu minik Emre, Çubukçu'yu alnından öptü.

Gaziosmanpaşa'da intihar eden fen bilgisi öğretmeni Aytekin Yakın10 bin YTL'lik bir borç listesi bıraktı.

Gaziosmanpaşa Hürriyet Mahallesi'nde ikamet eden fen bilgisi öğretmeni Aytekin Yakın, önceki gün okula gitmeyince mesai arkadaşları kendisini aradı.


Yakın'ın telefona cevap vermemesi üzerine okul idaresi durumu polise bildirdi. Öğretmenin evine giden ekipler, içeri girdiklerinde Yakın'ın bir kabloyla kendini astığını gördü. Evde inceleme yapan polis, Yakın'ın kendi el yazısıyla yazdığı "Bugüne kadar sizi çok üzdüm. Bundan sonra üzmeyeceğim." yazılı bir not ile yaklaşık 10 bin YTL'lik bir borç listesi buldu. Birçok bilim projesine katılan Yakın'ın panikatak rahatsızlığının bulunduğu öne sürüldü.

Van'da, sınıftaki sıralara vurarak ritm tutup çeşitli şarkı ve marşlar söyleyen ilkokul öğrencileri, Youtube'da yayınlanan klipleri rekora gidiyor

Van'da, sınıftaki sıralara vurarak ritm tutup çeşitli şarkı ve marşlar söyleyen İnönü İlköğretim Okulu öğrencileri Batuhan Çalışkan ve Yusuf Ali Özaras'ın, Youtube'da yayınlanan klipleri izlenme rekoru kırdı. Klibi, 1 hafta içinde yaklaşık 350 bin kişi izledi.


6'ncı sınıf öğrencileri Batuhan Çalışkan ve Yusuf Ali Özaras, geçen öğretim yılı başlarında müzik dersinde sıralara vurarak ritm tutup şarkı ve marşlar söyleyince bu, müzik öğretmeni Cezmi Şakar'ın dikattini çekti. Bu yeteneklerini kullanmaya devam etmelerini, öğrencilerinden sırayı müzik aleti gibi kullanıp şarkılar ve marşlar çalmalarını isteyen öğretmen Şakar, bu anları da cep telefonuna kaydetti. Müzik öğretmeni Şakar, askere gitmeden önce de görüntüleri Youtube'a gönderdi. 'Genç yetenekler 2' koduyla girilen görüntüler bir anda ilgi odağı oldu. İnternet ortamında yaklaşık 350 bin kişinin izlediği görütülerin ardından 6'ncı sınıf öğrencisi olan Batuhan Çalışkan ve Yusuf Ali Özaras, her yerde konuşulmaya başlandı. Bunun üzerine Van Milli Eğitim Müdürü Yahya Yıldız genç yetenekleri okullarında ziyaret ederek tebrik etti. Basın mensuplarının da ilgi odağı haline gelen 2 genç yetenek, hünerlerini kameralar karşısında da sergiledi. Her zamanki sıralarına oturan Çalışkan ve Özaras, kendi besteledikleri rap parçaları ve mehter marşlarını çaldı. Büyük bir ilgiyle öğrencileri izleyen Milli Eğitim Müdürü Yahya Yıldız, öğrencilerin daha iyi müzik yapabilmesi için desteklenmesi gerektiğini söyledi. İki öğrenci, yeteneklerinin duyulmasının kendilerini çok mutlu ettiğini söyledi. Özellikle tarihi Türk filmlerini izleyerek mehter marşlarını çaldıklarını, belirten Batuhan Çalışkan, “Ayrıca kitap okumayı seviyorum. Şarkıları da uydurarak yapıyoruz” dedi.

Kanlarıyla yaptıkları Türk bayrağını Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt'a gönderen lise öğrencilerine şehit aileleri, öğrencilere burs sözü

Vatan İçin Can Verenler Federasyonu Genel Başkanı ve şehit babası Mehmet Gencer, dernek yönetim kurulu üyeleri ile kanlarıyla bayrak yapan Kırşehir Anadolu Öğretmen Lisesi öğrencilerini ziyaret etti.

Öğrencilere birer Türk bayrağı ile “Bu vatan ve bu bayrak sizlerle var oldu, sizlerle var olacaktır” yazılı seramik tabak hadiye eden Gencer, üniversiteyi kazanacak öğrencilere burs vereceklerini bildirdi.

Kanlarıyla Türk bayrağı yaparak tüm şehit ailelerine gururlandıran öğrencileri “alınlarından öpmek için” Kırşehir'e geldiklerini ifade eden Gencer, şunları söyledi:
“Türk milletinin bizlere bıraktığı bu kutsal bayrağımızı korumak için her Türk insanı kanını seve seve vermeye hazırdır. Birçoğumuz askerlik görevini yaparak bu görevi yerine getiriyoruz. Ama sizler, bu bayrak için askere gitmeden de canınızı vereceğinizi, yaptığınız Türk bayrağı ile gösterdiniz. Bu davranışınız bizim için büyük onur ve gururdur. Şehit aileleri olarak sizleri alnınızdan öpüyorum. İyi ki varsınız.”

Öğrencilerin isimlerini alan Gencer, öğrencilere üniversite eğitimleri boyunca burs vereceklerini kaydetti.
Hakkari Dağlıca'da 13 askerin şehit edilmesinin ardından terör olaylarını protesto etmek isteyen bir grup lise öğrencisi, parmaklarından akıttıkları kanlarla yapıp çerçevelettikleri Türk bayrağını, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt'a göndermişlerdi.

Antakya’da bir ilköğretim okulunun bahçesindeki trafoda çıkan yangın paniğe yol açtı

Antakya'da bir ilköğretim okulunun bahçesindeki trafo yandı. Bahçedeki alevlerin okula sıçramasından korkan öğretmenler öğrencileri dışarı çıkarırken, panik yaşayan çocuklar birbirlerine sarılarak ağladı.


Olay, Fevzi Çakmak Mahallesi'ndeki Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi Araştırma Hastanesi yolu üzerinde bulunan Cemalettin Tınaztepe İlköğretim Okulu'nda öğle saatlerinde meydana geldi. Okulda eğitim gören bin 200 öğrenci sınıflarındayken bahçede bulunan trafo bilinmeyen bir nedenle alev aldı. Trafo yanarken okul yönetimi durumu itfaiyeye bildirdi. 4 kilometre uzaklıktaki itfaiye ekiplerinin gecikmesi üzerine, herhangi bir patlama ihtimaline karşı öğretmenler sınıftaki öğrencilerini tahliye etmeye başladı. Sınıflarından koşarak çıkan öğrenciler izdihama neden olurken, bazı çocuklar yere düştü. Ne olduğunu anlamayarak korkan bazı minik öğrenciler ise birbirlerine sarılarak ağladı. Olayı duyup okula koşan veliler, bahçedeki trafoya aldırmadan çocuklarını arama telaşına düştü. Trafodaki alevler itfaiye ekiplerince söndürülürken okulda görevli öğretmenlerden Selahattin Kaya, “Okul bahçesinde trafo olur mu? Bunun çok büyük bir tehlike arz ettiğini TEDAŞ yetkililerine söylemiştik ama bizi dinlemediler. Ya çocuklar o sırada bahçede olsaydı? Onlara bir zarar gelseydi kim hesap verecekti?” dedi.

Veliler de trafonun okul bahçesinden kaldırılmasını istedi.

MHP Karaman Milletvekili Hasan Çalış ve Tokat Milletvekili Reşat Doğru, 13 Mayıs’ın Türk Dil Bayramı olarak kutlanması için kanun teklifi verdi

MHP Karaman Milletvekili Hasan Çalış ve Tokat Milletvekili Reşat Doğru imzasıyla verilen kanun teklifinin gerekçesinde, Türkçe'nin dünya dilleri arasında 5'nci, anadiller arasında da 3'ncü sırada yer aldığı belirtildi. Gerekçede, “Bugün gelinen noktada; milli bütünlüğümüz ve geleceğimiz açısından dilimiz üzerinde hassasiyetle durulmalıdır. Cumhuriyetimizin en büyük ve en önemli kazanımlarından olan Türk Dili'nin bir bayram havası içinde toplumun tüm kesimlerinin katılımları ile kutlanması dil bilincinin yaygınlaştırılması büyük önem taşımaktadır” denildi.


Teklifte 13 Mayıs 1277'de Karamanoğlu Mehmet Bey'in fermanıyla Anadolu'da Türkçe'nin ilk kez devlet dili olduğu kaydedildi.

MHP Karaman Milletvekili Hasan Çalış ve Tokat Milletvekili Reşat Doğru imzasıyla Meclis Başkanlığı'na sunulan “Türk Dil Bayramı” hakkındaki kanun teklifinde, her yıl 13 Mayıs'ın Türk Dil Bayramı olarak kutlanması önerildi. 4 maddelik teklifte Türk Dil Bayramı kutlamaları ile ilgili yönetmeliğin kanunun yayımı tarihinden itibaren iki ay içinde Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Türk Dil Kurumu'nun görüşleri alınarak Milli Eğitim Bakanlığınca düzenleneceği kaydedildi.

TÜRKÇE DÜNYA DİLLERİ ARASINDA 5'NCİ, ANADİLLER ARASINDA 3'NCÜ
Teklifin gerekçesinde dilin bir topluluğu millet yapan en temel özellik olduğu kaydedilirken Türkçe'nin de dünyanın en köklü ve en zengin dillerinden biri olduğu belirtildi. Türkçe'nin dünya dilleri arasında 5'nci, ana diller arasında 3'ncü sırada yer aldığı ifade edilen teklifte, şöyle denildi:

“Bugün gelinen noktada; milli bütünlüğümüz ve geleceğimiz açısından dilimiz üzerinde hassasiyetle durulmalıdır. Dilin bireysel ve toplumsal işlevi üzerinde iyice düşünülmelidir. Ülkemizde bayramlar, milli ve dini duygularımızın en doruğa çıktığı günlerdir. Bu nedenle, Cmhuriyetimizin en büyük ve en önemli kazanımlarından olan Türk Dili'nin bir bayram havası içinde toplumun tüm kesimlerinin katılımları ile kutlanması dil bilincinin yaygınlaştırılması, korunması, dile verilen önem açısından büyük önem taşımaktadır. “

NEDEN 13 MAYIS?
Kanun teklifinin gerekçesinde, Türk dilinin geçmişinin çok eski olduğu da vurgulanırken, 13 Mayıs 1277'de Karamanoğlu Mehmet Bey'in yayımladığı “bugünden sonra hiç kimse sarayda, divanda, meclislerde ve seyranda Türk Dili'nden başka dil kullanmaya' fermanıyla Anadolu'da ilk kez Türkçe'nin devlet dili olduğu, bu nedenle 13 Mayıs'ın Türk Dil Bayramı olarak kutlanmasının önerildiği kaydedildi.

YÖK'ün yeni Başkanı Yusuf Ziya Özcan'ın göreve başladıktan sonra verdiği demeçler basında önemli ve o ölçüde de anlamlı tartışmalara neden oluyor

Sayın Özcan'ın özellikle iki demeci, üniversitelerin paralı olması ve özgürlük konularına ilişkin olanları kanımca son derece doğru yönelimlere tekabül ediyor ve Türkiye gibi temel sorunu normalleşme olan bir ülkede de doğal olarak "doğru" tercihlerin büyük tepki almalarına şaşmamak gerekiyor.

Sayın Özcan'ın demeçlerine kanımca yegâne pozitif ve anlamlı tepki, eleştiri Sayın Cüneyt Ülsever'in bir yazısında geldi ve Ülsever bu yazısında YÖK başkanlık görevinin eleştiri değil icraat yeri olduğuna işaret ediyordu.

Sayın Özcan'ın "paralı üniversite" sinyali toplumun belirli kesimlerinden çok büyük tepkiler çekti; ama gözlemleyebildiğim ve izleyebildiğim kadarıyla söz konusu negatif eleştirilerin yaklaşık tümü sağlam bir analizden yoksun ifadelerle doluydular.

Avam bir deyimle "paralı üniversite" kavramının karşısında "bedava üniversite" kavramı duruyor; ilk yapılması gereken saptamalar bedava üniversite kavramı üzerine olmalı.

Üniversite ya da daha genel ifadesiyle yükseköğretim çok pahalı bir hizmet; 2008 senesinde büyük çoğunluğu üniversitelerden oluşan özel bütçeli idarelerin ödenekleri 13 milyar dolar dolayında, yani üniversitenin bedava olmasını savunanlar bu paranın vergi mükellefleri tarafından ödenmesini isteyenler.

Üniversitelerin paralı olmasını isteyenler bu hizmeti tüketenlerin hizmetin maliyetine daha çok katılmalarını, bedava olmasını isteyenler ise bu meblağın tümünün vergi gelirlerinden ödenmesini savunuyor; yukarıda belirttiğim gibi bedava üniversite diye bir kavram yok ve olamaz, zira yükseköğretim çok maliyetli bir hizmet.

Üniversitelerin bedava olmasını, yani bu maliyeti tümüyle vergi mükelleflerinin ödemesini isteyenlerin diğer bir argümanı ise yükseköğretimin adalet, savunma, güvenlik gibi bir kamu hizmeti olduğu görüşü; bu görüş her açıdan çok tartışmalı, hatta biraz daha ileriye gidersek iki açıdan yanlış.

Yükseköğretimin bir kamu hizmeti (pure public good) olduğunu söylemek öncelikle kamu maliyesi teorisi açısından son derece zor, zira teorik kriterlere pek uymuyor (burada detaylara girmek olanaksız); ikinci bir mesele ise yani yükseköğretimin adalet, güvenlik gibi bir kamu hizmeti olduğunu savunmanın imkânsızlığı, pratik bir nedenden, zira bu üniversite hizmetini tüketen yurttaşlarımızın ilgili yaş aralığı içinde payı hâlâ yüzde yirminin altında, oysa bir tam kamu hizmetinin tanımında bu hizmetin nüfusun ya da ilgili kesimin tümüne ulaşma ihtimalinin mevcudiyeti yatıyor.

Biri teorik, biri pratik iki nedenden yükseköğretim şayet bir tam kamu hizmeti değil ise, bu hizmetin bugün olduğu gibi çok büyük bir bölümünün vergi gelirleriyle finanse edilmesinin de hiçbir kuramsal temeli kalmıyor.

Bedava denen yükseköğretimin yani sadece ve sadece özel katkı olarak yok mertebesindeki harçlarla ama büyük ağırlıkla vergi gelirleriyle sürdürülmesinin toplumsal adalete daha uygun olduğunu söyleyebilmek de en hafif deyimiyle mümkün değil.

Bu sene yaşanacak çok özel bir durum dışında her sene üniversite sınavlarına ülkemizde iki milyona yakın öğrenci katılıyor ve bunların sadece iki yüz bini dört senelik üniversitelere kayıt hakkı kazanıyorlar; söz konusu iki yüz bin kişilik kontenjan içinde de uluslararası rekabete dayanıklı diploma sayısı çok daha kısıtlı; diğer bir anlatımla ve büyük bir genellemeyle yaklaşık her on gencimizden, bunlar da liseye gidebilmiş olanlar, sadece biri doğru dürüst bir yere kayıt yapabilme hakkı kazanıyor, yani ortada çok sert bir rekabet, seleksiyon var.

Aklı başında, ülkemizi iyi tanıdığını düşünen herkesin bu çok sert seleksiyonda, rekabette kimlerin eleğin üzerinde kalabildiğini iyi değerlendirmesi gerekiyor; eleğin üzerinde kalabilen yüzde onluk kesim, küçük istisnalar dışında, iyi liseleri bitiren, bu iyi liselere gidebilmek için özel dersler, kurslar alabilen, üniversiteye girebilmek için dershanelere para veren kesimin çocukları.

Bu genel trendin dışında kalanlar yani mesela mezralardan gelerek ülkemizin en iyi üniversitelerini kazananlar da var ama bunlar küçük bir azınlık; sözün özü, üniversiteyi kazanma şansı olan kesimin azımsanmayacak bir çoğunluğu doğal olarak yüksek gelir gruplarının çocukları ve yükseköğretimin maliyetini karşılamak için bugünden çok ama çok daha fazla katkı payı ödeyebilecek kişiler.

Bedava üniversite, yani vergi gelirleriyle finanse edilen üniversite modelinde ise biraz da bizim ülkemizin vergi gelirleri yapısının bir sonucu olarak, dolaylı vergilerin payının yüzde yetmişi geçmiş olmasının bir neticesi olarak bugünkü yapı içerisinde bedava üniversite demek, orta gelir gruplarının yüksek gelir gruplarının çocuklarını finanse etmesi demek, bu gerçeğin iyi algılanması şart.

Üniversite katkı paylarının anlamlı bir biçimde yükselmesi demek, asla yükseköğretim seleksiyonunda yüksek gelir gruplarının öne geçmesi anlamına gelmeyecek; üniversiteye yine ÖYS türü merkezî bir sınavla ya da daha adem-i merkez ama yine liyakata dayalı bir sınavla girilecek, yani ancak ve ancak bir sınav bu rekabette kayıt hakkı sağlayacak.

Paralı üniversitenin sadece zengin çocuklarına hizmet verecek bir model olduğu çok yanlış bir algılama, zira bugün üniversitelere kimler kayıt yaptırabiliyorsa yarın yine onlar yaptırabilecek, ama tek fark, bu kayıt yaptıran kesimden ödeme gücü olanlardan çok daha yüksek katkı payları alınacak ve ödeme gücü hiç olmayanlara da sistem önemli kaynak aktarabilecek.

Yükseköğretim meselesi ülkemizde sağduyu ve minimum bilgi olmaksızın, daha doğrusu önceden alınmış siyasal pozisyonlardan, mevkilerden asla taviz vermeden tartışılıyor.

Oysa, yükseköğretim hizmetinin doğası da, finansman biçimi de çağımızda büyük bir hızla değişiyor ve daha da hızlı değişecek.

Önemli olan da bu gelişmelere kayıtsız kalmadan sistemi daha etkin ve adaletli işletebilmek.

Eser Karakaş - Zaman